17 Temmuz 2013 Çarşamba

Farklı Bir Gün...

O sabah her zamankinden farklıydı sanki. Sabah kalktığımda her şey daha canlı geldi gözüme. Sanki ben onlara değil de onlar bana bakıyormuş gibiydi. Terliklerim, lavabonun kenarındaki diş fırçası, elbiselerim, ayakkabılarım, kapı kolu, anahtarlarım, hepsini ayrı ayrı gördüm, fark ettim, onlar da beni fark etti. Garip bir şekilde temiz hissediyordum. Dün çok fazla yemediğim için de tatlı bir hafiflik vardı bedenimde. Sabahtan iş yerinde bir iki günaydın ve merhabanın dışında kimseyle konuşmadım. İnsanlara bakmıyordum, onlar da bana bakmıyorlardı. Öğlen olunca yakınlarda bir ufak lokantaya gittim. Yürürken kaldırımın kenarından çıkıvermiş bir tutam çimeni fark ettim. Sanki o da beni fark etti. Her zaman yaptığım gibi, gördüğüm ağaçları selamlayıp, onlara dokunarak yürüdüm ve yemek yiyeceğim lokantaya geldim.

Lokanta henüz boştu ve sıra yoktu. İnsanlar doluşmadan yemeğimi hemen aldım. Uzunca bir masanın en sonunda oturdum. Yiyeceklerime bana geldikleri için teşekkür ettim. Yaratana bana bu yiyecekleri nasip ettiği için teşekkür ettim. Tam yemeğe başlayacaktım ki kapıdan birkaç arkadaşın girdiğini gördüm. Onlar da beni gördüler. Hararetli hararetli bir şey taşıyorlardı. Garip bir keyif ifadesi vardı suratlarında. Öte yandan öfkeli gibi de duruyorlardı. Öfkeleri sanki yanlarındaki kişiyeydi daha çok. Yanlarındaki şeyi taşıyarak yanıma kadar geldiler. Belli ki beni de katmak istiyorlardı bu işe. Yanıma ilk oturan arkadaş bana bakıp bir şey dedi. Suratına bakakaldım. Dediğinin tek bir kelimesini bile anlamamıştım. Sanki farklı bir dilde konuşmuştu. Ne dediğini anlamadığımı, bir daha tekrarlamasını söylediğimde o tekrar konuştu fakat durum aynıydı. O sırada diğerleri yanlarında getirdikleri şeyi masaya koydular. Masanın üstünü neredeyse tamamen kaplayan kocaman bir şeydi. Fakat o şeyin ne olduğunu anlayamadım. Ona bakıyordum ama ne olduğu hakkında bir fikir sahibi olamıyordum. Sanki bu sabah her şeyi olduğundan daha canlı, daha net gören ben değildim. Sonra bir anda bir tanesi o şeyin üzerine eğildi ve ağzı ile bir parça kopardı. Sonra diğerleri de aynı şekilde ısırıp koparmaya başladılar. Sonra bir tanesi tutup bir kenarını kolu kaldırırmış gibi kaldırdı. İşte o an anladım o hakikaten bir koldu. Bir insan kolu! Bu bir insan bedeniydi! Nasıl olabilirdi? Yemek sırasındaki insanlara baktım hiç oralı değillerdi. Görmemişler miydi? İlerideki masaya baktım ki bir de ne göreyim? O masada da bir başka beden ve onu ısırarak, kemirerek yemekte olan insanlar var. Arkadaşlarıma "Ne yapıyorsunuz? Neden yapıyorsunuz bunu?" diye sormaya çalışsam da beni ne anlıyor ne de duyuyor gibiydiler. Gördüklerime inanamıyordum. Öyle bir iştahla ısırıyorlardı ki. Sanki zombi gibiydiler. Ağızlarından kanlar süzüldükçe süzülen kanları elleriyle ağızlarına topluyorlardı. Sanki bir damlasını dahi kaçırmak istemiyor gibiydiler. Etlerini büyük bir iştahla ısırıp kopartıyorlardı. Vahşi hayvanlar gibi çiğ çiğ, hem de insan yiyorlardı. Oradan kaçmalı mıydım? Nedense içimde kaçmaktan ya da iğrenmekten daha çok, olayı anlama isteği vardı. Tansiyonum yükselmişti, bedenim titriyordu fakat yine de neler olduğunu anlamak istiyordum. Peki kimdi bu insan? Ön tarafa geçip suratını seçmeye çalıştım. Onu tanıyordum! Bizim genel müdürdü bu. Nasıl olabilirdi? Arada beni de davet edercesine hareketler yapıyorlardı fakat ben her seferinde onları anlamadığımı söylüyordum. Ne ben onların ne dediğini anlayabiliyordum ne de onlar benim dediklerimi. Bir an kafamı kaldırıp çevreme baktığımda hemen her masada çiğ çiğ yenilmekte olan birileri daha olduğunu fark ettim. Nefretle ısırıyorlar, hiddetle koparıyorlar fakat keyifle çiğniyorlardı. Çiğnerken mırıldamaya benzer sesler çıkarıyor, birbirlerine bakıp gülüyorlardı. Başta üzerleri olmak üzere her yer kan olmuştu. Kandan tüm lokanta kırmızı renge bürünmüştü. İşte o an tam anlamıyla dehşete kapıldım. Tek düşünebildiğim oradan çıkmak oldu. Bu durumu birilerine haber vermeliydim. Çığlık atarak kendimi lokantadan dışarı attım. Orada olanları bir an önce yetkili birilerine haber vermeliydim. Sonra fark ettim ki telefonum, çantam içerde kalmıştı. Ama geri dönemezdim artık. Koşmaya devam ettim. İlerde 2-3 kişi gördüm. Köşe başında eğilmiş bir şeyler yapıyorlardı. Koşarak onlara yaklaştım. Yaklaştıkça fark ettim ki tutmuş birini canlı canlı yemeye çalışıyorlardı. Sokağın karşısında başka 2 kişi aynı şekildeydi. Daha ileride tek başına duran birisinin yanına koştum. Ona bu olanları görüp görmediğini sordum. Suratıma boş boş baktı. Evet birbirimizi anlamıyorduk.

Sanki bugün bir şey olmuş, dünya bambaşka bir şeye dönüşmüş de bir tek ben farklı kalmıştım. Bir yandan kalbim kafamın içinde atıyor bir yandan da bacaklarım sanki beni taşıyamayacaklarını anlatmaya çalışır gibi tir tir titriyordu. Sadece eve gitmek istedim. Ne yapabileceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bir gayretle koşarak iş yerime geri döndüm. Neyse ki anahtarlarım cebimdeydi. Arabama bindim birbirlerini yiyen yüzlerce insan arasından eve doğru sürdüm. Eve gelir gelmez hemen bilgisayarın başına oturdum. Bu olanlar internette bir yerlerde yazıyor olmalıydı. Fakat birbir olağan dışı haber yoktu. Yokkkk….

Bir virüs saldırısı mıydı bu? Medya haberleri mi engelliyordu? Uzaylılar olabilir miydi? Yoksa üst boyutlardan varlıklar insanları ele mi geçirmeye başlamıştı. Ya da ben delirmiş olabilir miydim? Beyin kanaması geçiriyor olabilir miydim? Beynimde herhangi bir acaip durum hissetmiyordum. Belki de bir tümör vardı beynimde. Beynindeki tümör yüzünden ailesini kesen insanlar olduğunu biliyordum. Fakat o zaman bu kadar sağlıklı bir şekilde olayları analiz ediyor olabilir miydim ki? Peki acaba bunu sadece ben mi öyle zannediyordum? Gerçekten birşeyleri analiz ediyor muydum şu anda? Delirmek bu olsa gerekti.

O an içimden cılız bir ses yapabileceğim en önemli şeyin sakin olmak olduğunu fısıldadı. Kafamda dolaşan milyonlarca soru ve cevap arasında duyabildim onu. Benim sevgili sezglerim bana sesleniyordu. Evet o ses haklıydı. Yere oturdum. Derin nefesler almaya başladım. Gözlerimi kapattım ve olanları bir an için kabullenmeye, ne yapacağımı düşünmeden önce bedenimi, zihnimi ve ruhumu sakinleştirmeye çalıştım. Böyle bir durumda meditasyon yapmak dünyanın en saçma şeyi diyordu mantıksal beynim. Derin nefesler alıp verirken ona da sakin olmasını söyledim. Nefesime konsantre olmaya çalıştım. Zihnimi boşaltmaya. Her şeye rağmen sadece nefes almaya, herkesin ve herşeyin hayrı için, "öz" ün hayrı için sakin kalmaya niyet ettim. Zihnimi dingin tutabilirsem yapmam gereken şeyin ne olduğunu bilgisinin bana bir şekilde geleceğini biliyordum. Belki de gelmişti bile. Nefesss…. Nefess… Yavaş yavaş durdu her şey… Herkes…

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum.  İnsanların bu yaptıkları kötülüklerin farkına varmalarını ve bırakmalarını, normale dönmelerini dileyerek gözlerimi açtım. Kalkıp tekrar bilgisayara baktım. Hala bir şey yoktu. Korkarak pencereye gittim. Dışarıda da herşey sakin görünüyordu. Dikkatli bak dedim kendime kimse kimseyi yemiyor mu yani? Koşarak dışarı çıktım. Sokakta herşey normale dönmüştü sanki. Şükürler olsun! Bunu ben mi yapmıştım? Kendime "Hiç sanmıyorum" derken bir yandan da hınzırca, böyle bir gücümün olabildiğini hayal edip gülümsedim.

Tekrar arabama binip ofise döndüm. Öğle tatili bitmek üzereydi. Masama geldiğimde lokantada unuttuğum eşyalarımı masamın üzerinde buldum. Arkadaşlarım sağ olsunlar getirip bırakmışlardı. Onlara teşekkür etmek için şöyle etrafıma bir bakındım. İlerde kahve makinesinin önünde gördüm üçünü de. O tarafa doğru ilerlediğimi fark ettiklerinde hepsi bana baktı. Bir tanesi heyecanla:

"İyi misin?" dedi

Ne dediğini anlayabildiğime çok sevinmiştim.

"Evet" dedim "Gayet iyiyim."

"Öğle yemeğinde öyle çıkıp gidince merak ettik. Aradık seni ama telefonu da masada unutmuşsun. Neyse cüzdanını ve telefonunu getirdik merak etme." dedi gülümserken.

ardından birden gözleri parladı. Heyecanlandı. Aklına bir şey gelmişti belli. Bana söyleyecekleri vardı.

"Oğlummm o değil de… Öğlen ne kaçırdın bilsen. Büyük bomba var"

"Ne kaçırdım?" dedim. Hiç merak etmiyordum aslında. "Esas sen benim gördüklerimi görsen! Film gibiydi" diye anlatmak geçti içimden ama tabi kimseye anlatabileceğim tür bir şey değildi ki bu.

"Bizim patron karısını satış müdürü ile aldatıyormuş. Sabah karısı tesadüfen şirkete gelmiş odada basmış bunları. Sonra ofisin ortasında bas bas bağırarak…."

Sesi git gide uzaklaştı kulaklarımdan. Öğlen de aynı heyecanla konuşuyorlardı lokantaya geldiklerinde. Demek ki orada yaptıkları buydu! O zaman ne yaptıklarını anlamamıştım ama şimdi anlıyordum….

Ben… onların…. gerçekten ne yaptıklarını görmüştüm…!!